E, yeter.

Elli yaşımı geçtim, hala neden yaşadığımı bilmiyorum.

Zaman zaman psikiyatrik ilaçlar ile zaman zaman iş yoğunluğu ile bu arayışı unuttuğum oldu. Ama içimde hep takılı kaldı.

Ne kadar yoğun iş yaparsam yapayım ve bu işler ile ne kadar başarı, mutluluk, karizma, gelir vs. elde edersem edeyim, aslında hepsinin boş olduğunu, trenin gittikçe son istasyona yaklaştığını hiç aklımdan çıkaramadım. Camdan bakıyorsun dışarısı görünüyor, her şey geçiyor, her şey geride kalıyor. Her şey geçmiş oluyor. (oysa tren gidiyor, her şey yerli yerinde, tıpkı 45’lik plak üzerindeki izlerde kazılı konser kaydı gibi, iğneyi üstünde döndürürsen müziğin icra edildiğini sanıyorsun, oysa plak dönüyor ama kendine göre sabit, iğne sabit, titreşimden elde edilen bir anlık enerji değişikliğini müzik diye konser diye dinleyip, “bak işte ses bu, eser bu, yaşam bu” diyorsun. Trenin camından geçip giden her şey de yerli yerinde duruyor. Tren de gidiyor sayılmaz aslında, o yerli yerinde duran şeylere referans ile gidiyor. Yoksa kendi içinde o da gidiyor mu duruyor mu çok önemli değil.

Her neyse bu görecelilikten daha önemlisi, treninin içindeki ben, gözleri hep dışarıda gelip geçen hayatı gören, bir kısmını canlı canlı hatırlayan, bir kısmını daha önce gördüm sanan ben, nasıl olup da trenin içindeki faaliyetlere konsantre olacağım ve bir gün son istasyona ulaşacağımı unutacağım? Görüyorum işte, gözümün önünde biten bir yolculuk var. Başladığı anda bitmeye mahkum.

Tren yolculuğu ile kıyaslayınca benim hayatımın en büyük anlamı da son istasyona ulaşmak. Trene binmek değil. Çünkü trene binmeyen sonsuz tane insan var, var diyorum ama hiç var olmamışlar. Biz var olmuş olanları biliyoruz ve 8 milyar tanesi ile aynı trendeyiz. Trene bindikten sonra yolculuk anlam kazanıyor ve tek anlamı varmak. Yani var olmak aslında varmak. Yani ölmek.

Hayatta en büyük amaç ölmek.

Küçük bir çocukken, hatta üniversite yaşlarımda bile, 50’ye kadar yaşasam yeter diyordum.

Şimdi elliyim.

E, yeter.

Pi’ye 3 günde bir bayram. Ya da 22/7 veya 3.14151617….

(Güneş, deniz, dağlar, insanlar.) İnsanlar, dağlar, deniz, her şey ne güzeldi geldiğimizde;otlar yemyeşildi ve kuzeydeydi güneş. Yine de tedbirlerimizi almış, iki ton kömürü depomuza boşaltmıştık. Yavaş yavaş soğuyacaktı. Yaz bitmişti artık. Oysa bugün sokağa bile çıkartmayan bir rüzgara uyandık. Kömür deposu da boşaldı işte. Mamak’a sonbahar geldi. (yeni türkü)

Hızla ayağa kalktı ve
– Sen insanlıktan ne anlarsın? Aptalın tekisin sen. Katıxız bir aptal, dedi.
Berk belirsiz bir şekilde gülümsedi. Sonra daha yüxek gülmeye başladı. Söyleyecek çok şeyi vardı ama en doğrusu hangisi bilemiyordu. Aptal olmak pek de kötü değil diye düşündü. Aslında tam bir aptal hatta bir deli olmayı bile isteyebilirdi. Akıllı olarak yaşayıp zor bir hayat sürmektense.
~Yaşamın anlamı, ne için yaşıyorlar. Birileri onları ittirmiş içeri, kalmışlar orada çıkmaya cesaret edemiyorlar. Tren gidiyor ve içindeki kimse bunun farkında değil, benim gibi birkaç kişi dışında. Herkes yaşayıp gidiyor öndeki vagonlara doğru. Ön vagonlar hep ceset dolu. Son durak Kıyamet İstasyonuna doğru hızla ilerliyor tren. Bu istasyonun varlığı da şüpheli. Eskilerden kalma bir rivayet. Uzun yıllar önce birileri çıkmış ve trenin bir makinisti olduğunu ve treni kıyamet istasyonuna götürdüğünü, tren giderken içindeki insanların yaptıklarının ses ve görüntü kaydeden makinelere kaydedildiği, düşündüklerinin de beyin dalga ölçerleri ile öğrenildiği bir düzen içinde olduklarını ve son durakta bu kayıtların inceleneceği ve yolcuların seyahat boyuncaki davranışlarına göre ödüllendirileceği veya cezalandırılacağını söylemişler. Onlardan önce de bunu söyleyenler olmuş, sonra da. Ama sonuncular ki bizden yaklaşık 1400 yıl önce yaşadıkları ve şu sıralar en öndeki vagonlarda oldukları söyleniyor, kendi söylediklerinin en doğru olanı olduğunu ve bunu makinistin de onayladığını iddia ediyorlarmış Kendilerinden önce de doğru söyleyenler olmuş. Ama onların takipçileri bunu öğrendikten sonra daha biliciler-doğrucular-ölmeden doğruları tahrif etmeye başlamışlar. Ve şu anda bu doğrulardan eser kalmamış. Hatta bir kısmı düpedüz yalan olmuş. Her neyse ben ne bu doğruculara, ne en son çıkan ve en doğru olduğunu iddia edenlere ne de trenin bir makinisti olduğuna inanmıyorum. Eğer bir son durak varsa da bu böyle hazırlanmış inşa edilmiş ve bizi bekleyen bir son istasyon değil olsa olsa treni raydan çıkaracak birkaç taş, içerden kontrol edilen ve yanlış yönlendirilen bir makas, ne bileyim yol üstüne çıkacak bir ağaç vs. olacaktır diye düşünüyorum. Trenin bir makinisti olması imkansız, çünkü bazı zamanlar tren defalarca aynı yerlerden geçiyor, bazen o kadar hızlı viraj alıyor ki trenden düşenler oluyor. Hem trenin içinde de bir sürü mantıxızlık gerçekleştiği halde bütün bunların farkında olan bu makinist ne işe yarıyor acaba. Yani olmadığı gibi olsa bile hiçbir işe yaramayan bir makinist söz konusu. Ve trenin lokomotifine gittiğini ve makinist ile bir perde arkasından konuştuğunu ve aradaki perdeye rağmen makinistin tarafından gelen ışıkla gözleri kamaştığını söyleyen doğrucular da birer masal anlatıcıdan başka bir şey değiller.
Yolcularda tamamen garipler. Bir kısmı en lüx vagonlarda oturuyor, en iyi yemekleri yiyorlar ve geri kalanlara halinize şükredin ya trene binmemiş olsaydınız, veya trenin dışında asılı kalsaydınız niye şikayet ediyorsunuz diyorlar. Bir kısmı doğrucuların savunuculuklarını yapıyorlar ve makiniste şükür ve teşekkür edin, onu aklınızdan çıkarmayın, sizi bekleyen kötülüklerden son istasyondaki acımasız işkencelerden sakının. Zenginin malına göz dikmeyin, efendinizin dediklerine uyun, son durakta karlı çıkacak olanlar sizlersiniz. Seyahat boyunca eğlenmesine bakanlar makinistin varlığını ve Kıyamet İstasyonuna gittiklerini unutanların vay haline…Bir diğer grup ellerinde silahlar sesini yüxelten herkesi trenden atmaya çalışıyorlar. Tabii parası olanlar para vererek , savunucular ise makiniste onlar için iyi şeyler söyleyeceklerini öne sürerek atılmaktan kurtuluyorlar…Geri kalan büyük miktardaki yolcu ise sefil bir biçimde yola devam ediyorlar. Kimi ara sıra kendini trenden atıyor. Kimi başkasını. Benim gibilere ise aptal olmak düşüyor. Onlar akıllı…Bir gün atlayacağım bu trenden, onlar atmadan veya ön vagonlara yerleştirmeden kendi başıma atlayacağım…Özgürce. Ve sen Cenk sen son istasyonu bile göremeyecexin ve trenin içinde herkesle beraber çürüyüp gidecexin.
– Evet, ben aptalım, dedim. Hatta daha da kötüsü geri zekalıyım.
– Hayır sen aptal bile değilsin. Hiçbir şeysin sen hiçbir şey.
– hımh…
Söylediği her şey bana iltifat gibi geliyordu. Benim tren yolcusu olmadığım, evet bir hiç olduğum bana çok çekici geliyordu. Ben ne desem itiraz edecekti. O nedenle bu büyüyü bozmamak için hiç’liği kabul etmez göründüm.
– Saçmalama hiç falan değilim. Bir vücudum var. Ailem var tanıdıklarım. Nüfusda kayıtlıyım. Birileri beni düşünüyor ve adıma askerlik çağrısı, vergi borcu, elektrik-su faturası falan gönderiyor. Bal gibi de varım.