Neden aşı olmuyorlar – çelişkiler

Çelişkiler

t) Sinovac çok etkili değil (başlarda %90 civarı idi, şimdilerde %35-60’lara kadar düştü)
a) Sağlık çalışanları sinovac ile aşılandı ve şimdi sağlık çalışanlarını kaybetmiyoruz deniliyor, demek ki sinovac etkili!?

t) aşıda çip olsa, zararlı olsa, kısırlık yapsa vs. ilk önce Avrupa kendine yapar mı?
a) bize aynı aşının geldiğini nereden biliyoruz, hatta aşı geldiğini nereden biliyoruz?

t) aşı genetiğimizi değiştirmiyor, virüs koduna tanışıklık sağlıyor
a) aşı mRNA aşısı, virüs parçasını vücut hücrelerimize ürettiriyor, yani vücudumuz normalde o parçayı üretmiyor, aşı yaptırıyor bunu, bu genetiği değiştirmek değilse de zorlamak değil mi?

covid-19 sokakta yürürken düşüp ölmelere sebep oluyordu, bu kişiler o aşamaya kadar nasıl nefessiz kalmıyorlardı? şimdi neden yok? onlar düşüp ölerek ilk varyasyonun yok olmasına mı neden oldular?


ilk başlarda, corona virüsün öldürücü etkisinin bağışıklık sisteminin şiddetli tepkisi aracılığı ile akciğerin tıkanması yolu ile gerçekleştiği söyleniyordu,
aşı ile aktive edilen bağışıklık sistemi tepkisi yükselirse tehlikeli olmaz mı? bağışıklık sistemini güçlü tutmak iyi bir şey mi?

maske takmak koruyordu, korumuyordu,
virüs çok küçüktü maskeden geçiyordu, damlacıklar büyüktü maskeden geçmiyordu,
hasta olan maske taksa daha iyiydi, sağlam olan da takmalıydı,
asıl bulaş yolu damlacıktan çok yüzeylerden alınan virüsün elle solunum sistemine taşınması idi,
maskelerin sık sık değişmesi gerekiyordu,
maske takmak diğer bakteri enfeksiyonlarının artmasına neden oluyordu,
maske takmak daha tehlikeli olabiliyordu,
aşı olsak da maske takmaya devam etmemiz gerekebiliyor,
lokantalara girerken maske çıkar çıkarken tak vs. nasıl işliyor bu,
Avrupa ülkeleri maske yasaklarını kaldırıyorlar vs. hangi ucu doğru bunun?

t) mRNA aşılarını ilk kez kullanıyoruz, uzun dönem etkilerini henüz bilmiyoruz
a) aşının etkisi 2 ayda vücuttan çıkar, en uzun dönem etkisi bu kadardır

t) aşının uzun vadeli etkisi yok, bir çok ilaç gibi yaklaşık 2 ayda tamamen vücuttan atılır
a) her yıl ya da 6 ayda bir aşı olmamız gerekebilir, bu rutinimiz olabilir

tvdeki bilim adamları(!) neden mobilyacı gibi “benim bir tanıdığım”, “ben” gibi tekil örnekle ispata yelteniyorlar, böyle araştırmacı olunuyorsa ben de doktora yapmak istiyorum lütfen.

şöyle bir hikaye var: çin bir enfeksiyon kaynağını zorunlu olduğu halde bildirmedi, dsö çin’i cezalandırmak için pandemi ilan etti, pandemi önlemleri ile gribi ve bir çok enfeksiyonu bitirebileceklerini düşünüp oyuna devam ettiler, sağlık sektörü kaynağı keşfetti ve pandemiyi yönetmeye başladı. devletler kısıtlamalardaki kontrol gücünü sevdiler ve pandemiyi yönetimine katıldılar. bu hikaye neden hala inandırıcı?

Akıl mı üstün inanç mı?

Her zaman dediğim gibi, bilinçli davranış her an sahip olduğumuz bir yetenek değil. Bir kaset kayıt cihazı gibi (casette recorder) ya da worddeki makro kaydedici gibi bilinç kullanırken davranış şablonlarımızı kaydederiz ve bilinçle işimiz biter. Sonra günümüzün çoğunluğu kaset çalmakla, makro oynatmakla geçer.

Bu davranış şablonlarının iç kaynaklı olanlarına duygu, dış kaynaklı, evreni açıklamaya yönelik olanlarına da inanç diyoruz. Duygular ve inançlar, bir kısmı toplumdan aktarılan bir kısmı kendi yarattığımız şablonlardır. Bunlar kullanılırken (oynatılırken) bilinç aktif rol oynamaz, hazırda bekler, şablon davranıştır bunlar. Makrolardan farkı, adım adım tarif edilmemiş, daha çok bir çerçeve (framework) olarak tanımlanmışlardır. Yani bir duruma verilecek birden fazla tepki olabilir. Hangisinin verileceğini yine bilinç değil, aynı anda kullanımda olan diğer şablonlar belirler. Misal, balkonda oturup telefon ile annenizle konuşuyorsanız, telefon ile konuşma şablonu, anne ile konuşma şablonu, telefon ile anne ile konuşma şablonu, balkonda oturma şablonu, balkonda otururken konuşma şablonu, yoldan geçenlere bakarken konuşma şablonu, sert sandalyede otururken konuşma şablonu, kısa kollu t-shirt ile konuşma şablonu, tok karnına konuşma şablonu, iş yerinde mutlu bir günden sonra konuşma şablonu, iki çocuğu evdeyken konuşma şablonu gibi sayısız kişisel şablon, büyüklerle konuşma, telefon ile konuşma, dışarıdan görünürken konuşma vs gibi sayısız toplumsal şablon aynı anda işler, birbirlerini etkiler. Bu kadar çok şablon olması, davranışı özgür yapmaz, yine de kalıp davranıştır.

Sosyolojinin ilgilendiği görevlerden biri bu kişisel ve toplumsal şablonları tespit etmek, tanımlamak, kategorize etmek olabilir. İnançların toplumdan devralınan fakat kişiye mal olan şablonlar olması gibi, duygular da kişide oluşur fakat yine de bir çoğu toplumdan hazır devralınır. Kime, ne zaman güleceğimize, kimi seveceğimize, hangi davranışa kızacağımıza tamamen kendi ürettiğimiz şablonlarla tepki vermeyiz. Bu şablonların büyük kısmı toplumdan devralınmıştır. Bu yüzden psikoloji ile sosyoloji aslında içiçedir, sadece kişisel bilinç ve toplumsal bilinç alanlarında ayrılabilirler. Şablon davranışlar konusunda işleyiş hem insanda hem de toplumda aynı şekildedir.

Bu tanımlardan sonra ortaya atacağım iddia, inançların ve duyguların aslında akıldan daha üstün, aklın bir sonraki, bir ileri aşaması olduğudur. Önce akıl ederiz, şablonlaştırırız, sonra inanırız. Artık her zaman bilinçli düşünmemiz gerekmez, inancımız bizi sağlam tutacaktır. Zaten mantığın temeline indiğimizde de en temel bilgilerin akıldan değil kabullerden kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır (aksiyomlar, postulalar, düşünme ilkeleri gibi). Dünyaya gelen insan, edindiği bilgileri anlamdırabilmek için bir an önce inançlara ve duygulara sahip olmalıdır. Yoksa stres, korku hiç bitmez ve insan var olamaz. Varoluşun kaygısını dindiren tek beyin işlevi, tek düşünme biçimi şablonlardır yani duygu ve inançtır. Tekrar ediyorum, inanç akıldan üstündür. Bu bilgi gizli olarak “bilgi”nin tasnifinde de içerilmektedir; veri-bilgi-özbilgi-hikmet. En üstte artık saf akıl yok, inanç vardır. Hikmet dediğimiz, verinin üstünde düşünmeden yorumlayabilmemizi sağlayan şablonlarımızdır. Artık sonsuz hikmet sahibi olan bir insanın düşünmesi gerekmez, herşey daha önce düşünülmüş ve inançlara ve duygulara dönüştürülmüştür. Sorunu gördüğü anda çözüm içine doğar. Soruyla karşılaştığında verilecek cevap ilham olunur.

Dinlerin, mitolojilerin, ideolojilerin, sosyal kuramların hepsi, kenarında bilinç izcikleri olan şablonlar kümesidir. Bir bezin tüm kenarlarında için için yanması gibi, kenarlarda küçük bilinç kayıtları, yeni şablon üretimleri devam etmektedir ama bütün, bir şablonlar yumağıdır.

Peki bu şablonlar nasıl kazanılır, bir şablonumuz varken neden bir başkasını üretme ihtiyacı duyarız, bu kadar şablona rağmen nasıl özgür olabiliyoruz? Bana bu sorularla gelin.

din-bilim-felsefe

binlerce yıldır yaşanan, kültürün, bilimin, sosyolojinin, felsefenin, herşeyin temelinde yatan “din“i felsefeden ayrı tutamayız. İnsanlar tek vücut, tek ruh olarak yaşamadıkları sürece, herşey bir inançtır. Bilim de, kendiniz keşfetmediğiniz, deneyleri tekrar etmediğiniz sürece bir inançtır. Bilimi bilim yapan, tekrar keşfedilebilirliğidir. İnanç ise daha önce keşfedilmiş olanları kabul etmekle yürür. Yani aslında inanç, bilimin bir ileri aşamasıdır. Araştırır öğrenirsiniz, ama her defasında en baştan başlamazsınız, daha önceki keşifleriniz beyninizde bir kanı olarak kalır. Başkasından elde ettiğimiz kanılar da inancı oluşturur. Sorun dinin mevcut olması değil, hiç bir şekilde tekrar keşfedilebilirliğe açık olmamasıdır.