Çevirmenlerin en büyük hatası

Okuyucuları salak sanmaktır.

Evet, kabaca ve basitçe, olan budur.

Aslını okudukları dilde, kelimelerin birden fazla anlamı olduğunu bilirler, bu anlamlardan bazılarının sözlüklerde bulunmayan, döneme özgü, kültüre özgü kavramlara karşılık geldiğini bilirler. O kelimenin sözlükteki en yakın, en açık, sağ duyuya en uygun karşılığı olan Türkçe kelimenin ise, bu anlamları ifade etmek şöyle dursun, tamamen yanlış anlamalara yol açacağını sanırlar.

Oysa okuyucu bu kadar salak değil. O çevirdiğiniz kitabı okumak için satın alan okuyucu, çok hassas olduğunuz kelimeyi, sizin çeviriniz üzerinden, bir şekilde yazarın kastettiği anlamıyla anlayacaktır. Bunu kolaylaştırmak için bir dipnot ya da son not ekleyebilir ya da küçük bir sözlük hazırlayabilirsiniz. Ama yapacağınız en kötü şey yeni bir kelime üretmektir.

Yeni kelime üretmenin yeri çeviriler değildir. Çevirilerde çevirmen görünmez olmalıdır, hiç bir şekilde kendi aklını araya katmamalıdır. İlla katmak istiyorsa bol bol çirkin dipnotlar eklemek suretiyle yapabilir. Ama kesinlikle yeni Türkçe kelime üretmemelidir.

Yeni Türkçe kelime üretmek isteyen çevirmen, (üzgünüm ama; sıkıyorsa) kendi kitabını yazmalı, kendi eseriyle, çok sevdiği yeni kelimelerini okuyucuların kullanımına sürmelidir.

İster profesör olsun, ister usta bir yazar, hiç bir çevirmenin çeviri üzerinden öztürkçecilik yapmaya hakkı yoktur.

Küçük Ağa

Türkiye’de kitap okuma oranı düşük, peki ama kitap okumak gerekli mi?
Lise 1 öğrencisine 450 sayfalık Tarık Buğra – Küçük Ağa kitabını okuma görevi olarak vermek ve 3 hafta süre vermek ne kadar doğru? Bu devirde, elinden telefon düşmeyen çocuklar, ilgi alanı zeka dolu yabancı dizilerden, kısa ve iyi işlenmiş popüler yabancı şarkılarla genişleyen çocuklara, kendi doğum tarihlerine göre milattan önce sayılan bir dönemin köy sorunlarını okutturmak ne kadar doğru? Bir Oğuz Atay – Tutunamayanlar bile çok daha güncel ve ilgi çekici olacaktır, belki isimden kaybeder. Okunması gereken kitapları tavsiye ediniz, hatta istiklal marşı gibi duvara asınız. Okulun duvarları, kitap tanıtım afişleri ile dolsun, kitap dergileri alıp sınıflara bırakınız veya bu yasal değilse kitap tanıtım sayfalarını keserek duvar gazetelerine asınız. Ama onlar, okunması gereken kitaplar, gezilmesi gereken ülkeler gibi bir şey. Herkes okumayacak, bu kesin. Bunları görev olarak vermeyin, sadece ilgi alanı kitap okumak olan çocuklara verin. Kitlelere kitap okutmak istiyorsanız, 30-50 sayfa, en fazla 100 sayfa, çok güncel konular içeren kitaplar bulunuz. MEB bunları onaylamıyorsa, MEB’in onayladığı kitaplar içinden, çocuğun tarih dersine faydası olabilecek bir kitap seçebilirsiniz mesela, Çocuklar çıkarcıdır, boşuna zaman harcamak istemezler. Boşuna zaman harcamak büyüklerin işi. Veya dönemi olmayan kitaplar, belki biraz mizahi, dili ağır olmayan. Ve o kitapları konuşun, sadece performans ödevi olarak verip, not verip bırakmayın. Ertesi gün, sonraki bir kaç gün derslerin başında, sonunda ortasında o kitapları konuşun. Dilbilgisi örneklerinizi o kitaptan verin. Edebi sanat örneklerinizi o kitaptan verin. Yoksa bir çocuk için kitap okumak neden gerekli olsun? Kitap okumak bir şey öğrenmek içindir. Keyifli zaman geçirmek için kitap okumak bir hobidir ve herkese ait değildir. Kiminin hobisi bahçede oturmak, kiminin basketbol izlemek, kiminin flüt çalmak. Herkese hobi için zorla kitap okutturamazsınız. Ama işlerine yarayacak kitapları okutturabilirsiniz. Biraz özen, biraz çaba, biraz fedakarlık. Bu ülke başka türlü hakettiği yere gelemez.

 

 

Not: kişisel fikirler, bilimsel rapor değil…