Merak, kediyi hayatta tutar

İnsanı hayatta tutan en güçlü güdü; merak.

Merak kediyi öldür der batılı bir atasözü, ama kediyi hayatta kalma isteğiyle dolduran da meraktır. Bir canlıyı öldürme isteğimizin de affedip hayatta bırakma isteğimizin de sebebi meraktır. İntihar etme güdüsü de meraktan, intihardan vazgeçmek de meraktan.

Merak, en temel hayatta kalma güdüsüdür.

Bilinç, şablon üreten, üretilmiş şablonları kullanan ve bu şablon zaten var mıydı, bende olmayan yeni şablonlar var mı diye araştırmaya sebep olan merak.

Bir nevi kolleksiyoncu. İşi daha kolay olsun diye kolleksiyondaki tüm nesneleri en kolay bulunabilir hale getirmeye çalışan, yeni bulduğu herşeyi kolleksiyona katmaya çalışan bir kütphaneci, bilinç.

Bu yüzden erişkinlerin, doğuştan itibaren ölüme kadar gittikçe artan bir şekilde aktif bilinç kullanımları azalır. Bilinçleri daha çok şablonlara uygun davranmaktan ibaret kalır. Çok yaşamış çok görmüş çok okumuş bir insanın sayısız şablonu bulunduğu için daha özgürmüş gibi görünebilir ama aslında sayısız şablonlarına uygun, otomatik (bilinçsiz davranmaktadır. Burada bilinçsiz derken kastettiğim, şablona uygun davranan bilinçtir. Yapay sinir ağlarını beyin içinde hayal edin, sayısız sinir ağlarımız var ve bir çoğu birbiri ile de ilişkili, fakat yine de sosyolojik ya da psikolojik olarak bağımsız olarak ele alınabilir şablonlar (çerçeveler, frameworkler) olarak adlandırdığım ağlar.

Yine bu yüzden “çocuk işte”, “bilinçsiz” saydığımız çocuklar, en bilinçli insanlardır, doğuştan itibaren kazanmaya başladıkları şablonlar günlük bir çok durumu karşılamadığı için, sürekli aktif bilinç kullanmak zorundadırlar. Dolayısı ile saçmalamaları, sıradışı davranmaları, iyi-kötü değil anlamsız duruşları, bizim bildiğimiz, sahip olduğumuz şablonlara henüz sahip olmadıklarından kaynaklanmaktadır. Yani en bilinçlimiz en saçma davrananlarımızdır gibi bir sonuç çıkıyor. Bunun “deli” dediklerimiz için de büyük oranda geçerli olduğunu düşünüyorum. Yani, gündelik hayatta “bilinçli insan”, “bilinçsiz insan” olarak adlandırdığımız insanlar aslında kastettiğimizin tam tersi olan gruplara aitler. Aslında “bilinçli”den kastettiğimiz, akıllı, öğrenimli, bilgili insan, daha az bilinçli olandır, yeni konuşmayı öğrenmiş bir bebekse çok daha bilinçlidir.

Akıl mı üstün inanç mı?

Her zaman dediğim gibi, bilinçli davranış her an sahip olduğumuz bir yetenek değil. Bir kaset kayıt cihazı gibi (casette recorder) ya da worddeki makro kaydedici gibi bilinç kullanırken davranış şablonlarımızı kaydederiz ve bilinçle işimiz biter. Sonra günümüzün çoğunluğu kaset çalmakla, makro oynatmakla geçer.

Bu davranış şablonlarının iç kaynaklı olanlarına duygu, dış kaynaklı, evreni açıklamaya yönelik olanlarına da inanç diyoruz. Duygular ve inançlar, bir kısmı toplumdan aktarılan bir kısmı kendi yarattığımız şablonlardır. Bunlar kullanılırken (oynatılırken) bilinç aktif rol oynamaz, hazırda bekler, şablon davranıştır bunlar. Makrolardan farkı, adım adım tarif edilmemiş, daha çok bir çerçeve (framework) olarak tanımlanmışlardır. Yani bir duruma verilecek birden fazla tepki olabilir. Hangisinin verileceğini yine bilinç değil, aynı anda kullanımda olan diğer şablonlar belirler. Misal, balkonda oturup telefon ile annenizle konuşuyorsanız, telefon ile konuşma şablonu, anne ile konuşma şablonu, telefon ile anne ile konuşma şablonu, balkonda oturma şablonu, balkonda otururken konuşma şablonu, yoldan geçenlere bakarken konuşma şablonu, sert sandalyede otururken konuşma şablonu, kısa kollu t-shirt ile konuşma şablonu, tok karnına konuşma şablonu, iş yerinde mutlu bir günden sonra konuşma şablonu, iki çocuğu evdeyken konuşma şablonu gibi sayısız kişisel şablon, büyüklerle konuşma, telefon ile konuşma, dışarıdan görünürken konuşma vs gibi sayısız toplumsal şablon aynı anda işler, birbirlerini etkiler. Bu kadar çok şablon olması, davranışı özgür yapmaz, yine de kalıp davranıştır.

Sosyolojinin ilgilendiği görevlerden biri bu kişisel ve toplumsal şablonları tespit etmek, tanımlamak, kategorize etmek olabilir. İnançların toplumdan devralınan fakat kişiye mal olan şablonlar olması gibi, duygular da kişide oluşur fakat yine de bir çoğu toplumdan hazır devralınır. Kime, ne zaman güleceğimize, kimi seveceğimize, hangi davranışa kızacağımıza tamamen kendi ürettiğimiz şablonlarla tepki vermeyiz. Bu şablonların büyük kısmı toplumdan devralınmıştır. Bu yüzden psikoloji ile sosyoloji aslında içiçedir, sadece kişisel bilinç ve toplumsal bilinç alanlarında ayrılabilirler. Şablon davranışlar konusunda işleyiş hem insanda hem de toplumda aynı şekildedir.

Bu tanımlardan sonra ortaya atacağım iddia, inançların ve duyguların aslında akıldan daha üstün, aklın bir sonraki, bir ileri aşaması olduğudur. Önce akıl ederiz, şablonlaştırırız, sonra inanırız. Artık her zaman bilinçli düşünmemiz gerekmez, inancımız bizi sağlam tutacaktır. Zaten mantığın temeline indiğimizde de en temel bilgilerin akıldan değil kabullerden kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır (aksiyomlar, postulalar, düşünme ilkeleri gibi). Dünyaya gelen insan, edindiği bilgileri anlamdırabilmek için bir an önce inançlara ve duygulara sahip olmalıdır. Yoksa stres, korku hiç bitmez ve insan var olamaz. Varoluşun kaygısını dindiren tek beyin işlevi, tek düşünme biçimi şablonlardır yani duygu ve inançtır. Tekrar ediyorum, inanç akıldan üstündür. Bu bilgi gizli olarak “bilgi”nin tasnifinde de içerilmektedir; veri-bilgi-özbilgi-hikmet. En üstte artık saf akıl yok, inanç vardır. Hikmet dediğimiz, verinin üstünde düşünmeden yorumlayabilmemizi sağlayan şablonlarımızdır. Artık sonsuz hikmet sahibi olan bir insanın düşünmesi gerekmez, herşey daha önce düşünülmüş ve inançlara ve duygulara dönüştürülmüştür. Sorunu gördüğü anda çözüm içine doğar. Soruyla karşılaştığında verilecek cevap ilham olunur.

Dinlerin, mitolojilerin, ideolojilerin, sosyal kuramların hepsi, kenarında bilinç izcikleri olan şablonlar kümesidir. Bir bezin tüm kenarlarında için için yanması gibi, kenarlarda küçük bilinç kayıtları, yeni şablon üretimleri devam etmektedir ama bütün, bir şablonlar yumağıdır.

Peki bu şablonlar nasıl kazanılır, bir şablonumuz varken neden bir başkasını üretme ihtiyacı duyarız, bu kadar şablona rağmen nasıl özgür olabiliyoruz? Bana bu sorularla gelin.

Bilinçsizlik

İnsanlar normalde günün çok büyük bir bölümünde bilinçsiz yaşarlar.

Bbilinç her an lazım bir yetenek değil. Stres altında ortaya çıkar. Bir kısım halk kitlesini kKötülemek için söylemiyorum, ben de böyleyim, her insan böyle, kesin görüşüm bu.

Bilinç dışı davranışlar otomatiktir ve toplumla doğrudan ilişkilidir. Takım ruhu, şirket ruhu, milli duygular, aile bağı gibi asabiyet duyguları bundan kaynaklanır. Bu otomatikliğe, işleyiş olarak değil, incelemek için ortak akıl diyebiliriz. Yani toplumun ortak bir mekanizmasında işleyen bir ortak akıl değil, sonuç olarak tek bir beyinden geliyormuş gibi görünen ortak akıl.

Bir şehrin bir başka şehirden farklı davranması beklenen bir davranıştır (bana göre beklenen, aynı fikirde başka sosyolog var mı bilmiyorum). Maske takan, takmayan, aptal, zeki, yaratıcı, koyun sürüsü, özgürlükçü, muhafazakar vs toplum özellikleri bir takım (üç beş) stresli insan tarafından üretilip bir şekilde topluma mal olur. İnsanlar taklitle öğrenerek toplumda kendilerine düşen rolleri yerine getirirler. Zor, karmaşık bir problemle karşılaştıklarında strese girerler. Çoğu bu durumla baş edemez, sorundan kaçmayı tercih eder (vazgeçmek, toplumsal rolünü değiştirmek, intihar etmek vs) ya da işin uzmanından yardım almayı dener (psikolog, emlakçı, avukat, tanıdık, ebeveyn, öğretmen vs)

Bir takım stresli insan ise çözüm bulmaya çalışır, yeni fikirler üretmeyi dener. Buldukları çözüm, doğru olsun ya da olmasın bir başka kişiye yol gösterir. İkinci, üçüncü ve giderek bir çok kişi tarafından taklit edilerek toplumun ortak aklına mal olur. İki kişiye yaydığınız yeni bir fikir, üç saat içinde tüm şehrin üzerinde düşündüğü, taraf ya da karşı olduğu bir fikir haline gelebilir.

Bir insan bir şeyi ilk defa düşündüğünde, zor bir şeyi anladığında, bir problemi çözdüğünde, yeni bir teknoloji icat ettiğinde, ikinci insanın aynı şeyi düşünmesi anlaması daha kolay olur. Bir problem hakkında yüzyıllarca yanlış bir fikre sahip olan insanlar, tek bir kişinin bakış açısını değiştirmesinden sonra eski gözlüklerini çıkarıp yeni gözlüğü takarlar ve o güne kadar kimsenin anlamadığı şeyi kolayca anlarlar. O kadar iyi anlarlar ki, yüzyıllarca düşünülmeyen fikir, zamanla ilkokul bilgisi seviyesine kadar iner.

Bir insanın bir konu üzerinde çabalaması dahi, diğer insanların aynı konuda fikir geliştirmelerine yardımcı olur. Bir şekilde insanlar ortak akıl kullanıyorlar. Stresli olduğunuz an, bilinciniz ortaya çıktığında, katkıda bulunacak fikriniz varsa bulunun. Toplum anlar.