Bilinçsizlik

İnsanlar normalde günün çok büyük bir bölümünde bilinçsiz yaşarlar.

Bbilinç her an lazım bir yetenek değil. Stres altında ortaya çıkar. Bir kısım halk kitlesini kKötülemek için söylemiyorum, ben de böyleyim, her insan böyle, kesin görüşüm bu.

Bilinç dışı davranışlar otomatiktir ve toplumla doğrudan ilişkilidir. Takım ruhu, şirket ruhu, milli duygular, aile bağı gibi asabiyet duyguları bundan kaynaklanır. Bu otomatikliğe, işleyiş olarak değil, incelemek için ortak akıl diyebiliriz. Yani toplumun ortak bir mekanizmasında işleyen bir ortak akıl değil, sonuç olarak tek bir beyinden geliyormuş gibi görünen ortak akıl.

Bir şehrin bir başka şehirden farklı davranması beklenen bir davranıştır (bana göre beklenen, aynı fikirde başka sosyolog var mı bilmiyorum). Maske takan, takmayan, aptal, zeki, yaratıcı, koyun sürüsü, özgürlükçü, muhafazakar vs toplum özellikleri bir takım (üç beş) stresli insan tarafından üretilip bir şekilde topluma mal olur. İnsanlar taklitle öğrenerek toplumda kendilerine düşen rolleri yerine getirirler. Zor, karmaşık bir problemle karşılaştıklarında strese girerler. Çoğu bu durumla baş edemez, sorundan kaçmayı tercih eder (vazgeçmek, toplumsal rolünü değiştirmek, intihar etmek vs) ya da işin uzmanından yardım almayı dener (psikolog, emlakçı, avukat, tanıdık, ebeveyn, öğretmen vs)

Bir takım stresli insan ise çözüm bulmaya çalışır, yeni fikirler üretmeyi dener. Buldukları çözüm, doğru olsun ya da olmasın bir başka kişiye yol gösterir. İkinci, üçüncü ve giderek bir çok kişi tarafından taklit edilerek toplumun ortak aklına mal olur. İki kişiye yaydığınız yeni bir fikir, üç saat içinde tüm şehrin üzerinde düşündüğü, taraf ya da karşı olduğu bir fikir haline gelebilir.

Bir insan bir şeyi ilk defa düşündüğünde, zor bir şeyi anladığında, bir problemi çözdüğünde, yeni bir teknoloji icat ettiğinde, ikinci insanın aynı şeyi düşünmesi anlaması daha kolay olur. Bir problem hakkında yüzyıllarca yanlış bir fikre sahip olan insanlar, tek bir kişinin bakış açısını değiştirmesinden sonra eski gözlüklerini çıkarıp yeni gözlüğü takarlar ve o güne kadar kimsenin anlamadığı şeyi kolayca anlarlar. O kadar iyi anlarlar ki, yüzyıllarca düşünülmeyen fikir, zamanla ilkokul bilgisi seviyesine kadar iner.

Bir insanın bir konu üzerinde çabalaması dahi, diğer insanların aynı konuda fikir geliştirmelerine yardımcı olur. Bir şekilde insanlar ortak akıl kullanıyorlar. Stresli olduğunuz an, bilinciniz ortaya çıktığında, katkıda bulunacak fikriniz varsa bulunun. Toplum anlar.

Açık-Uzaktan Eğitim

Açık öğretim ya da uzaktan eğitimi komple kötü ya da basit görmek, (işin kolayına kaçmak) yerine seviye seçimi eklesek.

select-level

Her dönem başında veya okula ilk kayıtta seviye seçsin öğrenci. Misal memuriyette derece kademe, unvan değişimi için okuyanlar level 1 seçsinler. Kolayca bitirsinler.

Üniversite mezunu olmak isteyen yeni öğrenciler level 2, ikinci-üçüncü üniversite okuyanlar level 2-3 seçebilirler.

Bitirmek için değil öğrenmek için geldim diyenler ya da diploması daha değerli olsun isteyenler level 5 seçsin.

Diploma üzerinde de hangi seviye olduğu belirtilsin. Böylece hem herkes üniversite mezunu olur, hükümetlerimiz mutlu olur. Hem de açık ve uzaktan öğretim gibi mükemmel imkanlar boşa harcanmamış olur.


2-3 yıl önce yök kararı ile uzaktan eğitim mezunlarının diplomasında “uzaktan eğitim” ibaresi bulunması zorunluluğu getirildi. Bu bir avnataj değil dezavantaj olsun diye düşünülmüştü. Yani bu öğrenci bu okuldan mezun oldu ama uzaktan eğitim aldı, öğrenci gibi okula gidip okumadı.

Oysa teknoloji uzaktan eğitimden yana. Uzaktan eğitim geleceğin eğitim şekli. Eğer eğitim devam edecekse bu uzaktan olacak. Şimdi corona virüs (covid-19) nedeniyle uzaktan eğitim vermek durumunda kalan üniversiteler, diplomalarda “bu eğitimin bir kısmı uzaktan verilmiştir” ibaresi ile diplomalarını değersizleştirecekler mi, merak ediyorum, bence ilgili yök kararı vizyonuyla, yazmalılar.

Popüler meslekler

Ülkemizde popüler meslekler hangileri? Lise öğrencilerinin ve mezunlarının tercihlerine bakılırsa şarkıcılık, oyunculuk ve futbolculuktan sonra doktorluk, mühendislik, hakimlik, öğretmenlik, hemşirelik. Peki bu meslekler neden gözde? Öncelikle çok kazandıkları için, sonra iş bulma imkanı daha fazla olduğu için. Peki, teknolojiyi hedefleyen bir ülkede parlak gençlerin, hatta tüm gençlerin teknolojik branşları hedeflemesi için ne yapılmalı? Bu mesleklerin daha fazla kazanması sağlanmalı. Devlet, hedeflediği alanlardaki mesleklerde artan sayıda işe alımlar yapabilir, seçilen mesleklerin özlük haklarında iyileştirmeler yapabilir. Özel sektörde bu alanların istihdamı için vergi indirimleri, teşvikler yürürlüğe koyabilir. Tüm parlak öğrencilerin tıp ve hukuk seçmesi, mühendisliği ikinci plana atması, teknolojide gelişmeyi hedefleyen bir ülkede doğru bir gidişat değildir. Herkes bilgisayar öğrensin, elektronik öğrensin isteniyorsa, bunun için meydanlarda çıkıp, bilgisayar öğrenin, kendinizi geliştirin demek yerine, bu mesleklerin daha fazla kazanması için düzenlemeler yaparsınız, talep kendiliğinden gelir. Tabii bu konularda sosyolojik araştırma yapıp bilimselleştirmek daha yararlı olacaktır. Ama görünen köy de kılavuz istemiyor.

Yabancı dili nereden öğrenmeliyim?

Kendi içinizden.

Konuşun. Sizin kadar bilen birini bulun, konuşmaya üşenmeyecek birini. Her gün en az yarım saat sadece yabancı dil konuşun. Önce konuşacak kadar biraz öğreneyim, sonra konuşurum demeyin. Önce konuşun, sonra öğrenin. Konuşacak kimse yok, yazın. Aklınıza gelen herhangi bir cümleyi yabancı dilde yazın. Yazacak yer yoksa, mesela tuvalette otururken, kafanızdan kurun. Mutlaka cümle kurun. Eksik kelimelerinize kafayı takın, fırsat buldukça birine sorun, sözlükten bakın. Sonra cümlenizi kurun. Duolingo yapın, online kurslar takip edin, yabanı dilde film izleyin vs ama en çok konuşun. Yabancı dili, size kimse öğretemez, sadece kendi içinizden öğrenebilirsiniz. Tek yol bu. Siz biliyorsanız da çocuğunuza öğretecekseniz, o zaman onu konuşmaya zorlayın. Eksik, yanlış, gramer kurallarına uymayan cümleler fark etmez, konuşsun yeter. Benden söylemesi. 🙂

Konuşmam, ben flashcard ile öğrenirim diyorsanız, tinycards’dan iki set:

Almanca: https://tiny.cards/decks/HwweKSRX/tl-german

İspanyolca: https://tiny.cards/decks/Hwx6REYy/sd-spanish

Küçük Ağa

Türkiye’de kitap okuma oranı düşük, peki ama kitap okumak gerekli mi?
Lise 1 öğrencisine 450 sayfalık Tarık Buğra – Küçük Ağa kitabını okuma görevi olarak vermek ve 3 hafta süre vermek ne kadar doğru? Bu devirde, elinden telefon düşmeyen çocuklar, ilgi alanı zeka dolu yabancı dizilerden, kısa ve iyi işlenmiş popüler yabancı şarkılarla genişleyen çocuklara, kendi doğum tarihlerine göre milattan önce sayılan bir dönemin köy sorunlarını okutturmak ne kadar doğru? Bir Oğuz Atay – Tutunamayanlar bile çok daha güncel ve ilgi çekici olacaktır, belki isimden kaybeder. Okunması gereken kitapları tavsiye ediniz, hatta istiklal marşı gibi duvara asınız. Okulun duvarları, kitap tanıtım afişleri ile dolsun, kitap dergileri alıp sınıflara bırakınız veya bu yasal değilse kitap tanıtım sayfalarını keserek duvar gazetelerine asınız. Ama onlar, okunması gereken kitaplar, gezilmesi gereken ülkeler gibi bir şey. Herkes okumayacak, bu kesin. Bunları görev olarak vermeyin, sadece ilgi alanı kitap okumak olan çocuklara verin. Kitlelere kitap okutmak istiyorsanız, 30-50 sayfa, en fazla 100 sayfa, çok güncel konular içeren kitaplar bulunuz. MEB bunları onaylamıyorsa, MEB’in onayladığı kitaplar içinden, çocuğun tarih dersine faydası olabilecek bir kitap seçebilirsiniz mesela, Çocuklar çıkarcıdır, boşuna zaman harcamak istemezler. Boşuna zaman harcamak büyüklerin işi. Veya dönemi olmayan kitaplar, belki biraz mizahi, dili ağır olmayan. Ve o kitapları konuşun, sadece performans ödevi olarak verip, not verip bırakmayın. Ertesi gün, sonraki bir kaç gün derslerin başında, sonunda ortasında o kitapları konuşun. Dilbilgisi örneklerinizi o kitaptan verin. Edebi sanat örneklerinizi o kitaptan verin. Yoksa bir çocuk için kitap okumak neden gerekli olsun? Kitap okumak bir şey öğrenmek içindir. Keyifli zaman geçirmek için kitap okumak bir hobidir ve herkese ait değildir. Kiminin hobisi bahçede oturmak, kiminin basketbol izlemek, kiminin flüt çalmak. Herkese hobi için zorla kitap okutturamazsınız. Ama işlerine yarayacak kitapları okutturabilirsiniz. Biraz özen, biraz çaba, biraz fedakarlık. Bu ülke başka türlü hakettiği yere gelemez.

 

 

Not: kişisel fikirler, bilimsel rapor değil…

tudem yönlendirme sınavı-1 4.sınıf cevap anahtarı

12.01.2013 tarihinde yapılan Tudem Yönlendirme Sınavı, 4.sinif cevap anahtarı:

  • Türkçe
    1-c   6-c   11-c   16-a
    2-a   7-b   12-d   17-b
    3-b   8-d   13-b
    4-d   9-b   14-d
    5-a   10-a   15-c
  • Matematik
    1-d   6-a   11-b   16-d
    2-c   7-b   12-a
    3-a   8-a   13-b
    4-c   9-d   14-c
    5-c   10-b   15-d
  • Fen ve Teknoloji
    1-d   6-a   11-d   16-a
    2-c   7-d   12-d
    3-a   8-a   13-a
    4-b   9-c   14-c
    5-d   10-b   15-c
  • Sosyal Bilgiler
    1-a   6-c   11-c   16-a
    2-b   7-a   12-a
    3-c   8-c   13-b
    4-e   9-d   14-d
    5-b   10-b   15-a
  • Yabancı Dil
    1-c   6-d
    2-d   7-c
    3-a   8-b
    4-b   9-a
    5-d   10-c
  • satrançın zekayı geliştirmesi

    ya da bir şeyi geliştirmesi

    satranç kolay kolay hırs yapmayan bir oyun
    genelde ne olup bittiğini anlamak mümkün değil,
    tavlaya şöyle bir beş-on saniye bakınca kim iyi kim kötü durumda anlaşılabiliyor
    satrança kendini vermek zor

    çocuklara satranç öğretilebiliyor ama sevdirmek zor

    acaba satranç mı bazı yetenekleri geliştiriyor yoksa bazı yeteneklerin ifadesi için satranç iyi bir araç mı? gösterge mi?
    ben satrançın çoğu durumda çoğu insana hiç bir şey katmadığını görüyorum,
    satranç oynadığı için daha stratejik, daha uyanık, daha zeki falan değil hiç kimse
    satranç zaten ileri matematik zekası, fen zekası vs içermiyor, daha doğrusu pozitif bir zeka değil, sosyal zekaya hitap ediyor

    çoğu durumda, bulunduğunuz pozisyonu, içinde bulunduğunuz atağı rakipten gizlemek, bir nevi hile yapmak gerekiyor, başka bir şey yapıyormuş gibi görünüp rakibi hazırlıksız yakalamak üzerine çoğu taktik oyun sonlarında ise zaten rakibin fazla bir şansı kalmıyor, o dakikadan sonra hamleleri insan yapmış ya da makine devam ettirmiş fark etmez, zaten rakip oyunu okuyabiliyorsa çoğu oyun son hamleye gelmeden çekilme ile sonuçlanmalı, aksi taktirde yenilen tarafın salak olduğunu düşünmek eşyanın tabiatı gereğidir

    yani karışık düşünceler içinde asıl söylemek istediğim satranç da, diğer oyunlar gibi, oyuncunun kişiliğine uygun hissetmesi durumunda sevilebilecek ve kişiliğinin ifadesi olarak görülebilecek bir oyun,
    bir satranç şampiyonu satranç şampiyonu ise bu onun herhangi bir alanda üstün zekasından değil tamamen satrançın o kişinin kişiliği olmasından kaynaklanıyor

    eskiden satranç seven bir oyuncu (25.Ağu.2011)

    Fakir İtşit’in selamı var: sen eskiden futbol fanatiğiymişsin bir de, onu da
    aç bakim?
    http://www.wuala.com/referral/G3CKB66CF53JM3G533BH

    Tıp eğitimi bu kadar ağır olmalı mı?

    Üniversiteler öğrenci seçme sınavlarında tıp fakültesine girme hakkı elde etmenin ne kadar zor olduğunu bilirsiniz. Dönem dönem en gözde meslek, en gözde bölüm ünvanını başka bölümlere kaptırsa da tüm zamanların favorisi tıp fakültesine giden yol zorludur.

    Kazandıktan sonra ise asıl çile başlar, kazanmak çok kolaydır, okumak hiç değil. Aynı kampüs içinde olan diğer bölüm öğrenciler, aynı yurtta aynı evde kalan diğer bölüm öğrencileri tıp öğrencilerinin inek olması gerektiğinden, sosyal hayattan uzak olduklarından, gece gündüz ders çalıştıklarından, haftalık ders sayısının çok çok fazla olduğundan dem vurur dururlar. Üniversitenin ahırıdır tıp fakültesi, bütün inekler ordadır.

    Oysa ki orada da ne bildiğiniz yazılı, test türü sınavlarla ölçülür. Testte şanslı biriyseniz %30-40 bilgi ile mezun olmanız işten bile değildir. Disiplin dışı bir öğrenci olmasaydım bitirmek üzereydim, oradan biliyorum. Hiç çalışmadan 3.sınıfın sonuna kadar gelmiştim, ama başkasının yerine ingilizce sınavına girerek, derslere devam etmeyerek vs şansımı zorladım ve attılar, daha sonra çıkan aflara da başvurmadım. Çünkü tıp zordu, ben kolayca bitirecektim ama öyle olmamalıydı, zordu, zorlanan öğrenciler vardı, gece gündüz çalışanlar vardı, onlar hakediyorlardı, ben etmiyordum.

    Daha tıp fakültesinin ilk günlerinde farmakoloji uzmanı çocuklarla tanıştım. Etraflarındaki hastalardan, sağlık personellerinden, kendi hayatlarından edindikleri bilgilerle tıpba girmeden yarı doktor olmuşlardı. Enjeksiyon yapan, pansuman yapan hatta küçük çapta ameliyat yapanlar bile vardı.

    Neyse asıl konum şu ki: hekimlik, halk arasında bilindiği gibi dağlar kadar bilgiyi kafanda tutrarak yürütülen bir meslek değil, diğer bir çok meslek gibi, hatta bir çok meslekten daha basit bir şekilde veri-analiz mesleği.

    Tıp bir adanma mesleği olmalı. En çalışkan, en yüksek puanları alan öğrencileri değil, doktor olmak isteyen öğrencileri seçmeliler. Özel yetenek sınavıyla alınmalı. Tıp eğitiminin ilk yıllarında gözlemci hocalar tarafından gözlenmeli, doktorluk yapamayacak kişilik yapısındakiler ya doğru yola kanalize edilmeli ya da eğitimden uzaklaştırılmalı. Askeri öğrenci, din adamı eğitimi gibi adanmış bir eğitim sürdürülmeli. Çocukların daha sonra kullanmayacakları, dağlar kadar bilgi sırf bölüm hocaları kendini önemli hissetsin diye öğrencilere yüklenmemeli.

    Bilgisayar, internet, mobil teknolojilerin gittikçe her eve, her cebe girdiği bu günlerde eski eğitim sistemleri gözden geçirilmeli. Birebir bilgi yerine bilgiyi anlama, yorumlama, pratiğe dökebilme yetenekleri geliştirilmek üzere daha fazla mesleki bilgi verilmeli.

    Ama en önemlisi doğru kişilikler seçilmeli.

    http://www.memurlar.net/haber/132183/